Yahudi tarikatı Sabetaycılar kimler ve nerede bulunurlar. En çok örgütlendikleri yer neresi
Kendisini Mesih ilan edip dünyanın her yerinden mürit toplayan Sabetay Sevi sonradan nasıl Müslüman oldu?
Osmanlı tarihinin önemli simalarından biri olan Sabetay Sevi’nin Kahramanın Yolculuğu nasıl başladı?
ekşişeyler’in aktardığına göre; Sabetay sevi’nin Mayıs 1665’te Gazze‘de “Tanrının elçisi” olduğunu ilan etmesi, dönemin konjonktüründe görece mukavemetini ve hareket kabiliyetini yitirmiş olan Yahudi cemaatinde infial yaratmaktan ziyade şaşkınlık ile karışık bir ilginin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Ahvalin bu şekilde hasıl olmasında 17. yüzyılın insanlık tarihinde muazzam bir istikrarsızlık ve değişim dönemi olmasının da tabii olarak etkisi yadsınmamalıdır. Otuz Yıl Savaşları, Seksen Yıl Savaşı, Desiderius Erasmus ve Martin Luther gibi isimlerin bir önceki yüzyılda kapısını araladığı fikirlerin daha geniş kitleler tarafından benimsenmiş olmasının ortodoks inançlar üzerinde yarattığı erozyon gibi etkenlerin oluşturduğu “belirsizlik”, bilhassa mesihçilik gibi gizemci fikirlerin gelişebilmesi için ihtiyacı olan “verimli toprakların” ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Konfor alanının ya da rutinin dışına çıkan bir kimsenin anlamlandıramadığı olaylar karşısında farklı anlayışlara meyletmesinde şaşırılacak bir durum yoktur, çünkü insanın müdahil olduğu herhangi bir denklem bize emprevizyon yani “öngörülemezlik” verir…
Günümüzde yaşadığı takdirde kendisine psikiyatrlar tarafından muhtemelen bipolar bozukluk teşhisinin konulacağı Sabetay Sevi; esrime ve coşkunluk dönemleri uzun umutsuzluk nöbetleriyle kesilen, aşırı derecede heyecanlı olduğu dönemlerde ise Yahudiler Yasası’nı reddetme eğilimi gösteren ve geleneklere tümüyle karşı çıkan, İspanyol kökenli olup 1492 sürgünü sonrası belirli bir zaman zarfının akabinde İzmir’e yerleşen ve ticaret ile geçimini sağlayan Yahudi bir ailenin 3 çocuğundan ortancasıdır. Müdahil olduğu toplumda telaffuzu yasak olan tanrının muhtelif isimlerini dile getirmekte herhangi bir beis görmeyen, bir düğün sayvanının altında torah parşömenleriyle evlenen Sevi, en hafif tabirle “sıra dışı” olarak nitelendirebilecek bütün bu davranışlarının yanında bir de peygamber Hoşea’ya nazire yaparcasına yaşadığı çevrede pek de iyi bir şöhrete sahip olmayan Sara adlı bir kızla da “diğer evliliğini” gerçekleştirmiştir.
Pek çok akıl hastası gibi Sabetay da kendi içinde bulunduğu durumu çok iyi kavrayabildiği süreçler geçirmiştir. Bipolar depresyonda, mani ya da bir diğer tabir ile depresyondan arınmış bir orta evre bulunur. Bu evrede hasta, daha dingin ve dengelidir. Sevi de söz konusu periyodu deneyimlerken daha önce sergilediği davranışlar ile alakalı üzüntü duyduğunu dile getirmekte ve “iyi huylu” birine dönüşmektedir. Üstelik entelektüel bilgi birikiminin bir hayli yüksek olmasından mütevellit (dönemin Yahudi geleneği doğrultusunda Sabetay, ailesi tarafından “din adamı” olmak üzere seçilmiş ve bu yönde bir eğitim almıştır) “taşkınlıklarını” sergilemediği zamanlarda lafı sözü dinlenen bir kimsedir.
Mesih olduğuna dair iddiasını ilk olarak 1648 yılında ortaya atan Sevi’nin savı tamamıyla mesnetsiz değildir. 15 yaşına kadar Tevrat, hadis, fıkıh gibi konuları çalışan ve akabinde kabala eğitimine başlayan, gösterdiği başarı nedeniyle genç yaşında haham unvanı almaya hak kazanan ve 18 yaşına geldiğinde kendi yorumlarını başkalarına da okuyup öğreten biri haline gelen Sabetay, Yahudi inancına göre 1666’da “kıyametin kopacağını” ve bundan hemen önce kurtarıcı Mesih’in 1648 yılında geleceğini pekala bilmektedir. Aynı yıl Ukrayna’da Yahudilere karşı uygulanan zulmün mensubu olduğu cemaatte yarattığı infialin kendisi için bir işaret olduğuna kanaat getiren sevi, zaman kaybetmez ve İzmir’de Yahudilerin kutsal addettiği üç bayramının (hamursuz, çadır ve haftalar) tek bir haftada kutlanması gerektiğini ve On Emir’in an itibariyle geçersiz olduğunu yüksek sesle dile getirmeye başlayarak Mesihliğini ilan eder. Ancak Sabetay’ın bu çıkışı cemaati tarafından hoş karşılanmaz ve uzun istişarelerin ardından afarozdan kurtulsa da sürgün cezasına çarptırılır. İşte bu noktada Kahramanın Yolculuğu’nun başladığını görürüz. 17 yıl boyunca Selanik(ki o dönemde kabalacılığın merkezi olarak varsayılmaktadır), Kahire(her daim ezoterizmin merkezi), Rodos, İstanbul gibi pek çok şehir ve ülke dolaşan Sevi’nin kulağına, 40 yaşından gün almaya başladığında yani 1665’in Nisan ayında Gazze’de sıra dışı dini bir önderin yaşadığına dair bir haber çalınır ve bu kişi, Sevi’nin yaratmak istediği Persona’yı tamamlayacak son parça olan Gazzeli Natan’dan başkası değildir.
Kudüs’te doğan Natan, zengin bir tüccarın damadı olarak vaktini keyif alabileceği entelektüel meraklarına vakfedebilme olanağına sahip varlıklı bir zattır. Bilhassa Luria Kabalası’nın teknikleri üzerine kafa yoran Natan, deneyimleri ve çalışmaları sonucunda yakın zamanda Mesih’in yeryüzüne ineceğine ikna olmuş durumdadır. Sevi’yle tanıştığı ilk andan itibaren Pavlus’a benzer bir hüviyete bürünen Natan, Sabetay’ın 31 Mayıs’ta 1665’te kendisini “tekrar” Mesih ilan etmesinin akabinde onu bir atın üzerine bindirerek Gazze’de dolaştırır. Bununla da yetinmeyen 20 yaşındaki Gazzeli genç adam, tüm İsrail kabilelerine elçiler göndererek Mesih’in zamanının geldiğini haber verir. Tabiri caizse birinci sınıf bir emprezaryo olan Natan hız kesmeden Sabetay’ı Hebron’a, hacca ve Hz. İbrahim’in mezarına götürür. Akabinde bir “Kudüs turu” organize eder ve Sevi’ye kenti sembolik olarak 7 kez dolaştırır. Natan’ın sergilediği organizatörlük, tur operatörlüğü ve reklamcılık becerileri bölgede büyük yankı uyandırır. İlk tepkiler karışıktır. Gazze’deki hahamların ekseriyeti hareketi destekler ancak muhtelif yerlerde, bilhassa Kudüs’te dini çevreler; Sevi, Mesih’in alameti farikası olan herhangi bir “mucize” sergilemediği için gelişmelere kuşkuyla yaklaşır ancak yine de ilk anda, belki de riskleri asgariye indirmek için, itidallerini koruyarak Sabetay’a karşı resmi bir kınama yayınlamazlar. Rüzgarı arkasına almış olan ve herhangi bir tepkiyle karşılaşmak şöyle dursun büyük bir sempati toplayan sevi, bir histeri krizinde bu seferde Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtına kurulacağına dair isteklerini yüksek sesle dile getirmeye başlar ve İstanbul’a doğru, peşinde karnaval benzeri güruhuyla yola revan olur.
Çılgın Mesihimiz, yolu üzerindeki kent ve kasabalardan geçerken yaptığı propagandanın da etkisiyle büyük bir histeri dalgası yaratır. Domuz eti yiyen, tanrının yasak isimlerini bağıra çağıra söyleyen Sevi’nin peşine takılan insan kalabalığı gün geçtikçe çoğalmaya başlar. Onu protesto etmeye kalkan din adamlarının evleri ise fanatik yandaşları tarafından tarumar edilir. Sabetay’ın etkisinin bölgesel olmaktan çıkıp beynelmilel bir hüviyete kavuşmasını isteyen Natan ise bu süreçte Sevi’nin misyonunu duyuran metinler bastırarak bunların, Filistin’den Amsterdam’a kadar bütün Yahudi cemaatlerine ulaşmasını sağlar. Sevi çılgınlığı, artık batıya da sirayet etmiş durumdadır ve Avrupa Yahudileri bir tür kefaret ödemeye başlarlar. Prag’daki cemaat oruç tutmaya başlarken, Frankfurt’takiler Kurtuluş Günü’ne hazırlanmak için sürekli “yıkanma ayinleri” düzenler. Bir kısım Yahudi ise ellerinde avuçlarında ne varsa satarak kutsal topraklara gitmek için hazırlanmaya başlar.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı sarayı, bu meczubun yandaşlarının ivedi bir şekilde artmasından rahatsız olsa da itidalini korur. Sevi Gazze’den başlayan ve sonrasında Kudüs, Suriye, Halep şeklinde devam eden yürüyüşünün sonunda 17 yılın ardından, bir zamanlar sürgün edilmiş olduğu İzmir’e tekrar ulaşır. Başkentin talimatıyla yetkili makamlar, kral gibi giyinen ve kendinden geçerek adeta bir vecd halinde ibadet eden Sevi’nin görüşme taleplerini reddeder. Sabetay’ın bu duruma tepkisi ise sinagogun kapısını baltayla kırmak olur. Bununla da yetinmeyen ve hızını alamayan Mesihimiz, sinagogda hahamlara karşı müstehcen davranışlarda bulunur ve yasa parşömenini eline alıp dans ederek bir İspanyol aşk şarkısı söylemeye başlar. Natan da yanında olmadığı için iyice kontrolden çıkmış durumda olan Sevi, 18 Haziran 1666’da Kurtuluş Günü’nün yaşanacağını ve Türk sultanının tahtından olacağını ilan ederek kader ipliğini Moiralar’a bırakmadan kesmiş olur.
1666 yılının Haziran ayının başlarında İstanbul’a hareket etmek üzere İzmir’den yola çıkan Sabetay’ın binmiş olduğu gemi, Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın talimatıyla Çanakkale Boğazı’nda durdurulur ve Sevi, zincire vurularak tutuklanır. İstanbul’a getirilmesinin akabinde kürek mahkumlarının tutulduğu Haliç’teki Bagno Zindanı’na kapatılan Sabetay, üç gün sonra yargılanmak üzere Sadrazam’ın başkanlığındaki Divan’a çıkarılır. Girit seferi öncesinde ortalığın karışmasını istemeyen Osmanlı yönetimi, idam cezasına başvurmaz ve Sabetay’ın meczup olduğuna kanaat getirerek Gelibolu’daki Aydos Kalesi’ne kapatılmasına karar verir. Ancak burada da rahat durmayan ve müritleriyle mektuplaşmayı sürdürüp hapishanesini kendi tabiriyle bir güç kalesi haline getiren Sevi, İzmirli hahamların ısrarlı şikayetleri üzerine tekrar saraya getirilir ve padişahın iktidarına meydan okumakla suçlanan Sabetay için Sadaret Kaymakamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve padişahın imamı meşhur Vani Efendi’den müteşekkil bir divan kurulur. Sultan 4. Mehmet’in de paravanın arkasından dinlediği mahkemede Türkçe konuşamayan Sevi için Padişah’ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık görevini üstlenir.
Divan reisi Merzifonlu’nun “karıştırmadığın halt kalmadı. Uyandırmadık fitne bırakmadın Sabetay efendi. Haydi bakalım şimdi göster mucizeni!” demesiyle afallayan Sevi ne yapacağını şaşırır. Hele bir de Hayatizade Efendi, ona gerçekleştirmesi gereken mucize için yapması gerekenleri aktarınca (Sevi soyunacak ve vücuduna en maharetli okçular nişan alacaktır. attıkları oklar vücuduna işlemezse o zaman Osmanlı padişahı da onun Mesih olduğunu resmi olarak tasdik edecektir. Çünkü Yahudiler’e göre Mesihe kılıç, ok, tüfek, kurşun işlememektedir) dizlerinin bağı çözülen Sevi, yalvar yakar her şeyi inkar etmeye başlar. Hülasa Sabetay’a iki seçenek sunulur: ya Müslüman olacaktır ya da ölecektir. Canı tatlı gelen Mesihimiz de manipüleye açık olan mizacının da etkisiyle Hayatizade’nin akıllıca telkinlerine kulak verir ve Aziz Mehmet Efendi adını alarak İslam yolunu tercih eder. Bir süre sarayda kapıcıbaşı olarak görev yapan Sabetay’a 4. Mehmed’in de meczupluğunu göz önüne alarak sevecen yaklaştığı söylenir ancak huylu huyundan vazgeçmez misali zaman içerisinde eski davranışlarına meylettiği gözlenen Sabetay bu seferde Arnavutluk’a sürgüne gönderilir.
Tahmin edebileceği üzere Sabetay sürgünde de günlerini Kuran okuyup tespih çekerek geçirmez. Manik evrelerinde kendini Mesih ilan etmeyi sürdürür. 1675/76 yılında Arnavutluk’taki sürgününde yaşama gözlerini kapatan Sevi’nin ölümünün ardından Pavlus Natan onun kendilerine ihanet etmediğini bilakis onlar için kendisini “kurban ettiğini” ve cennete alındığını beyan eder. Sadece Sabetay’ın Mesihlik kariyerini değil gelecekte vuku bulması muhtemel olayları da hesaba katarak yapılmış olan bu zekice açıklama, bir anlamda etkileri günümüze dek süren Sabetaycılık fikrinin sac ayaklarından birini temsil etmektedir. Doğru zamanda ve doğru yerde delilerin akıllılara önderlik etmesi ve akıllıların delilere çömez olması ise aslında insanın öngörülemez olduğunu kanıtlar niteliktedir.
sapere aude!
Sabetay Vevi’ye ve faaliyetlerine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere Gershom Scholem’den Sabetay Sevi: Mistik Mesih / 1626 – 1676 adlı eseri tavsiye ediyorum.